İlk hâricîlerde (Muhakkıme-ı ûlâ) tahkim – tekfir ilişkisi
View/ Open
Access
info:eu-repo/semantics/openAccessAttribution‐NonCommercial3.0UnitedStateshttp://creativecommons.org/licenses/by-nc/3.0/us/Date
2022Metadata
Show full item recordAbstract
Mezhepler, itikadî yapılar olmalarının yanı sıra aynı zamanda siyasî ve toplumsal
faktörlerin etkin olduğu beşerî oluşumlardır. Belirli olaylara bağlı olarak ortaya
çıkan muhtelif itikadî görüşler, siyasî-itikadî fırkalaşmaların teşekkülündeki belirgin
unsurlar olmakla kalmayarak, söz konusu mezhebin üzerinde bir etiket halini
almaktadır. Söz gelimi Hâricîlik mezhebi söz konusu olduğunda akla gelen ilk
çağrışım, tekfir olgusudur. Mezhepler hakkında diğer bir önemli nokta da, görüşlerin
sabit halde kalmayıp, süreç içerisinde değişerek ve dönüşerek birtakım kırılmalar
yaşamasıdır. Bu bağlamda mezhepler üzerine yapışmış ve etiket haline gelmiş genel
ve yaygın algıdan arınarak ve süreç takibi yaparak bu görüşlerin analiz edilmesi, söz
konusu mezheplerin ve bunları oluşturan görüşlerin sağlıklı bir şekilde anlaşılması
adına kaçınılmaz bir gerekliliktir. Bilindiği üzere Hâricîlik, kökenleri Hz. Osman
dönemine dayanmakla birlikte esas itibariyle Hz. Ali ile Muâviye ve taraftarları
arasında vuku bulan Sıffîn savaşı esnasında tahkim olayıyla ortaya çıkan, tahkime
razı olan Müslümanları tekfir ederek Hz. Ali’nin ordusundan ayrılan topluluğu
ifade etmektedir. Tahkimi kabul etmesinden ötürü Hz. Ali’den ayrılan Hâricîler,
Harûrâ’da birleşerek Abdullah b. Vehb er-Râsıbî’ye emir olarak biat etmişler,
sonrasında ise Nehrevân’da Hz. Ali ve taraftarlarına karşı savaşmışlardır. Böylelikle
kendileri dışındaki Müslümanlardan teberrî ederek ilk siyasî-itikadî fırkalaşmayı
oluşturmuşlardır. İlerleyen süreçte ise Nâfî b. Ezrâk’ın, kendisiyle birlikte cihat
etmek üzere hicret etmeyen -diğer Hâricîler dahil olmak üzere- herkesi kâfir ve
müşrik olmakla itham etmesiyle Ezârika alt fırkası oluşmuş; buna karşın Nâfî’nin
aşırı tavrına karşı çıkan Necde b. Âmir ve Abdullah b. İbâz gibi isimlerle beraber
Hâricîliğin diğer alt fırkaları oluşmaya başlamıştır. Bu süreç, Hâricî iman anlayışının
teorik zemine oturması ve tartışılması açısından da önemli olmakla birlikte, bizim
esas odaklanacağımız husus, bu süreçten önce oluşan ilk Hâricîliğin, “büyük günah
işleyenleri tekfir edenler” şeklinde bir genellemeciliğe tabi tutulması problemidir.
Bu sorun, makâlât yazarlarının genel olarak mezhepleri sırf kelâmî boyutuyla ele
almasından ve Hâricîliği tekfir üzerinden okurken konuya doğrudan iman-amel
ilişkisi bağlamında yaklaşılmasından kaynaklanmaktadır. Halbuki ilk aşamada
henüz bu konudaki tartışmaların başladığını söylemek mümkün değildir. Dolayısıyla
ilk Hâricîlerin, diğer adıyla Muhakkime-i Ûlâ’nın tutumunu böyle bir bakış açısıyla
değerlendirmek, anakronizme yol açmaktadır. Bu çalışmanın amacı, Hâricîliği
“büyük günah işleyenleri tekfir edenler” şeklinde resmeden yaygın etiketleştirici
ithamın sorunlu oluşuna dikkat çekerek, ilk Hâricîlerin tekfirci tutumunu bu yaygın
algıdan arınmış olarak değerlendirmeye tabi tutmaktır. Bu bağlamda diğer Hâricî alt
fırkalardan önce teşekkül etmiş ilk Hâricîlerdeki tekfirin, büyük günah-tekfir ilişkisi
ya da amel-iman ilişkisi gibi salt kelâmî tartışmalar üzerinden anlaşılması yerine,
kendi tarihsel zemininde gerçekleşen olaylarla irtibat kurularak analiz edilmesine
Hitit Theology Journal Volume: 21 Issue:2 951
İlk Hâricîlerde (Muhakkime-i Ûlâ) Tahkim – Tekfir İlişkisi
önem verilmiştir. Bu husus, Hâricîlikteki tekfir olgusunun tekdüze bir mahiyet
arz etmekten ziyade, tarihsel süreçte evrilerek dönüşüme uğradığını göstermek
bakımından önemlidir. Ayrıca bu çalışmada dikkat çekilen hususlar, Müslümanlar
arasında ilk defa vuku bulan tekfir olgusunun anlaşılması açısından olduğu kadar,
söz konusu gerilimlerin ve doğurduğu sonuçların doğru bir şekilde anlaşılıp
yorumlanması adına da önemli ip uçları sunmaktadır. Bu noktadaki tespitlerimizden
birisi, bu aşamadaki tekfirciliğin, doğrudan büyük günah meselesine dayanmadığı,
aksine büyük ölçüde din-siyaset iç içeliğinden kaynaklı bir durum olduğu
hususudur. Nitekim Muhakkime, bir taraftan “Müslümanların emîrine muhalefet”
sebebiyle Muâviye ve taraftarlarını tekfir ederken, diğer taraftan, “Müslümanların
kanını dökmeyi helal sayan” bu kesime karşı savaşmayı durdurması ve bunların
hükmüne razı olması sebebiyle Hz. Ali ve taraftarlarını tekfir etmişlerdir. Dolayısıyla
buradaki tekfirin büyük günah tartışmasından bağımsız, siyasî boyutu ağır basan
bir olgu olduğu görülmektedir. Araştırmamızda dikkat çekilen diğer bir önemli
tespit de, küfür kavramının içerdiği geniş anlam ağının yanı sıra, belirli şahısları
küfürle itham eden bir tutumun Hâricîlerden önce de vaki olmasıdır. Bu iki husustan
hareketle, ilk Hâricîlerdeki küfür ve tekfir ithamlarının mutlak manada bir irtidat
manasında anlaşılmayabileceği ihtimali söz konusudur. Bu doğrultuda, küfür
ve kâfirlik ithamları, kesinlik bulunmamakla beraber, “nimet küfrü” anlamında
değerlendirilmeye müsaittir. Makalemizde makâlât ve milel-nihal türü eserlerin yanı
sıra, tarih eserlerinden yararlanılarak, ilk Hâricîlerin tahkim olayına karşı tepkilerinin
sebepleri ele alınmış, küfür ithamlarının bulunduğu rivayetler karşılaştırmalı olarak
değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Sosyal bilimler çatısı altında yer alan ve kendine
özgü bir disiplin olan İslâm mezhepleri Tarihi’nin yöntemi çerçevesinde yürütülen
çalışmamız, fikirlerin hadiselerle irtibatı kurularak, fikirler üzerinde derinleşme ve
süreç takibi gibi ilkelerle yürütülmüştür. Besides being religious structures, sects are human formations which have political and social dimensions. Various theological views that emerged due to certain events are not only prominent elements in the formation of political-theological schisms, but may also become a label on the said sect. In the case of Kharijism, the first connotation that comes to mind is the phenomenon of takflr. Another important point about the sects is that the views do not remain stable, but change and transform in the process and experience some breaks. In order to understand the sects and their views that make them up in a healty way, it is an inevitable necessity to analyze these by following their historical processes and by getting rid of the general and widespread perception that has become a label to the sects. As it is known, Khawarij started to take its place on history by blaming by "kufr"/apostasy the Muslims who consented to arbitration during the Battle of Siffln, a conflict between MODIFIER LETTER LEFT HALF RINGAll and MuMODIFIER LETTER LEFT HALF RINGawiya and their supporters. The Kharijites gathered in Kharura and pledged allegiance to Abdullah ibn Wahb al-Rasibl as an amlr. In this way, they separated by taking a distance against other Muslims. The point that we want to draw attention to is the problem of subjecting the Kharijites to a generalization such as "accussation by takflr those who commit major sins". This problem arises from the fact that the heresiographies generally deal the sects with their purely theological dimension, approaching to this subject in the context of faith-deed relationship. However, it is not possible to say that the discussions on this issue have started at the first stage yet. Therefore, to evaluate the attitude of the first Kharijites, also known as al-Muhakkima al-Ula, from such a point of view, leads to anachronism. The aim of this study is to evaluate the blasphemy/ takfirist attitude of the first Kharijites as free from this widespread perception, by drawing attention to the problematic nature of the widespread labeling accusation that portrays Kharijites as "takfirs of those who commit major sins". In this context, it is given importance to analyze the takflr of al-Muhakkima, which was formed before the other Kharijites, by making contact with the events that took place in its own historical ground, rather than dealing with purely theological discussions such as the great sin-takflr relationship or the relationship between deeds and faith. One of our determinations at this point is that the takfirism at this stage is not directly based on the relationship of major sin, but on the contrary, it is largely a situation arising from the intertwining of religion and politics. Al-Muhakkima, on the one hand, seen as kuffar or accused by kufr Muawiya and his supporters due to "opposition to the Muslim's amlr". On the other hand, they accused by kufr MODIFIER LETTER LEFT HALF RINGAll and his followers because they stopped fighting against MuMODIFIER LETTER LEFT HALF RINGawiya and his supporters, the group that "considered shedding the blood of Muslims halal" and accepted their rules. Therefore, we can see that the takflr here is a phenomenon independent of the great sin debate, so it has a predominant political dimension. The main point to be emphasized in our research is that associating takfirism in al-Muhakkima directly with "major sin", which is a theoretical theological debate, is not a healthy approach to understand takfirism at this point.
Because the discussions about the relationship between deeds and faith was not visible at this stage. On the contrary, the takfirist attitude is largely due to the intertwining of religion and politics. So there is on the one hand takfir due to "opposition to the command of the Muslims", and on the other hand, there is takfir due to reasons such as "stopping the war with wars against the Muslims/consent to their rule". From this point of view, the takfirism of the first Kharijites should be analyzed independently of the theological dimension that was formed in the later period. Moreover, we constated that the blaming attitude with kufr existed before the Kharijites. Another point that this study draws attention to is that, considering the wide meaning network of the concept of "kufr", the accusations of kufr in the first Kharijites may not be understood in the absolute sense of apostasy, that's to say "irtidad". Contrarily, they are suitable to be evaluated as "ingratitude" or "denying the blessings", that's to say "kufr an-ni'ma".