An analysis on the relation of Qur'anic Interpretation (Tafsir) - Qur'an Translation: The example of transferring the 184th Verse of Surat al-Bakara to Turkish
Özet
This article examines tafsir (interpretation of the Qur'an) - translation relationship in the example of the translation of verse 184 of the Surat al-Baqara into Turkish. Undoubtedly, when the verses are translated into another language, it is necessary to reflect to translate what the first interlocutors understood from them. The fact that the rules (hukm) in some verses were repealed (naskh) or allocated (takhsis) later does not change this requirement. In verse 184 of surat al-Baqara, those who can afford to fast but choose not to fast are ordered to pay ransom (fidya) for every day, that is, to pay the daily amount to feed a poor person. According to the detailed information and rumors in the tafsir literature; this rule was applied when the fast was made obligatory (fard) for the first time, and then it was abrogated. However, this practice, which was canceled for healthy and unexcused people, remained as a permission (rukhsa) for those who were too old and sick to fast. Both the narrations conveyed from the companions (sahaba) and the general opinions of the mufassirs confirm the abrogation of this rule and that it remains a rukhsa. The fact that the situation is described as naskh or takhsis does not make a difference in terms of transferring the verse to Turkish or another language. The verses on the subject were examined in the light of the most basic tafsir sources. To give an example that reflects the general opinion; It is stated in the thirty-five narrations reported by Tabari from the companions and tabi'un that the 184th verse expresses the option (takhyir) of not fasting in return for fidya for those who can fast. This option has been canceled in the next verse but it has remained for, -some people with special conditions-, as the elderly who cannot afford to fast, pregnant women and breastfeeding women who worry about harm to themselves or their childrens. According to the qira'a that is, it is said that the verse is not abrogated, it is meant for old men and women. But as emphasized by Abu Hayyan, it is understood that this qira'a is not actually a qira'a but a kind of interpretation of the expression in terms of rukhsa. Therefore, the claim that it has not been repealed is probably due to the continued practice of fiqh. On the other hand, also rational evidence shows that the right to choose (takhyir), which was given initially, was later repealed. For example, in verse 184, it is stated that those who are sick and travelers should perform fasting on other days with the expression The same issue is stated in verse 185 with the expression The repetition in question shows that the two verses were sent not together but at different times. This state of affairs confirms that the second verse has repealed the right of choosing (takhyir) in first one. In addition, as Imam Maturidi's determined by hit, if those who cannot endure fasting were meant in verse 184, it would be unwise to call these people at the end of the verse as "However, that you fast is better for you, if you only knew!" In the overwhelming majority of Turkish translations of the Qur'an, it is seen that there is no emphasis on the meaning of the verse when it was first sent. Even the expression "Upon those who are able to fast..." in the verse is translated as "Upon those who aren't able to fast..". Whereas it is more consistent and appropriate to reflect the literal meaning of the verse in the translation and explain the situation with additional notes.
In this way, it will be understood that two verses that contain the same words and come one after another are sent different times and about different things, hence the reader will be given accurate information. In the nearly thirty examples of translations in the article, it is seen that the translations belonging to Mehmet Akif and Suleyman Tevfik and the translation of the delegation chaired by Huseyin Kazim are in full harmony with the data in tafsir literature and the general opinion of mufassirs. Rifat Borekci, the first president of Religious Affairs of the Republic of Turkey, has criticized the translation committee headed by Huseyin Kazim extremely harshly. Then, with the choice made by Elmalth Hamdi, almost the direction of the wind changed and the translators could not surpass it. Although there have been some translations in line with the text of the verse, the relevant explanations of these authors reveal that they did not understand the issue in detail and did not make a conscious translation. Meantime the analysis made in the aforementioned verse example shows that reliable translations cannot be made without referring to detailed tafsir information and therefore a correct Qur'an translation is often not possible without tafsir. Bu makale, Bakara sûresi 184. âyetin Türkçeye aktarımı örneğinde tefsir-meâl ilişkisine
dâir bir incelemeyi içermektedir. Şüphesiz ki âyetler başka bir dile aktarılırken evvelemirde
ilk muhatapların ondan ne anladığını yansıtmak gerekmektedir. Bazı âyetlerdeki hükümlerin
daha sonra nesh yahut tahsis edilmiş olması bu gerekliliği değiştirmez. Bakara sûresi 184.
âyette, oruç tutmaya güç yetirebilen kimselerin oruç tutmamayı tercih ettikleri takdirde her
gün için fidye vermeleri, yani bir fakirin günlük doyacağı miktarı ödemeleri emredilmiştir.
Tefsir literatüründe yer alan detaylı bilgi ve rivâyetlere göre bu hüküm orucun ilk farz kılındığı zaman uygulanmış daha sonra yürürlükten kaldırılmıştır. Ne var ki sıhhatli ve mazeretsiz
kimseler için iptal edilen bu uygulama oruç tutamayacak kadar yaşlı ve hasta kimseler için
ruhsat olarak baki kalmıştır. Gerek sahâbeden aktarılan rivâyetler gerekse müfessir âlimlerin
hâkim kanaatleri hükmün neshedildiğini ve ruhsat olarak kaldığını teyit etmektedir. Durumun nesh yahut tahsis olarak nitelenmesi âyetin Türkçe’ye veya başka bir dile aktarımı açısından bir fark oluşturmamaktadır. Çalışma kapsamında, ilgili âyetler en temel tefsir kaynakları ışığında incelenmiştir. Genel kanaati yansıtan bir örnek vermek gerekirse; Taberî’nin
sahâbeden ve tâbiûn âlimlerinden naklettiği otuz beş rivâyette, 184. âyetin oruç tutabilecek
olan kimseler için fidye karşılığında oruç tutmama seçeneğini ifâde ettiği belirtilmiştir. Bu
seçenek bir sonraki âyetle genel anlamda iptal edilmiş ancak oruca güç yetiremeyen yaşlılar,
kendilerine yahut çocuklarına bir zarar endişesi duyan hamileler ve emziren kadınlar gibi
özel şartları bulunan bazı kimseler için baki kalmıştır. “وقونهَّطُي الذين وعلى “kıraatine göre ise
âyetin mensûh olmadığı, yaşlı erkek ve kadınların kastedildiği söylenmiştir fakat Ebû
Hayyân’ın vurguladığı üzere bu kıraatin aslında kıraat olmayıp baki kalan ruhsat itibâriyle
ِذي َن َو َعلَى ”
َّ ُهَونُطيقُ ِي ال “ ifâdesinin bir nevi tefsiri olduğu anlaşılmaktadır. Mensûh olmadığının söylenmesi de muhtemelen süregelen fıkhî uygulama sebebiyledir. Öte yandan aklî deliller de ilk
başta verilen tahyir hakkının daha sonra iptal edildiğini göstermektedir. Örneğin 184. âyette
hasta ve yolcu olanların tutamadıkları orucu başka günlerde tutmaları “ ن مَ
ف َكا َن ِم ن ُك م َمِري ًضا و َ
أ ى َ
َعل َ
ر
َسفَ
ِعَّدة
ف ِم ن يَّا م َ
َ
ُ َخ َر أ
َمِر و َكا َن ي ًضا َو َم ن ” husus aynı yine âyette. 185; cümlesiyle ” أ
أ ى َ
ر َعل َ
َسفَ
ِعَّدة
ف ِم ن يَّا م َ
َ
ُ َخ َر أ
“ أ
cümlesiyle bildirilmiştir. Kanaatimizce söz konusu tekrar iki âyetin beraber değil farklı zamanlarda nâzil olduğunu göstermektedir. Bu durum ise ikinci âyetin ilk âyetteki tahyîr hakkını iptal ettiğini teyit etmektedir. Ayrıca İmam Mâturîdî’nin isâbetle yaptığı tespit üzere şayet 184. âyette oruca dayanamayacak olanlar kastedilseydi âyet sonunda bu kimselere “oruç
tutmanız sizin için daha hayırlıdır” denilmesi hikmetsiz olurdu. Türkçe Kur’ân çevirilerinin
kâhir ekseriyetinde âyetin ilk nâzil olduğu zaman ifâde ettiği anlama herhangi bir vurgunun
yapılmadığı görülmektedir. Hatta âyette yer alan “Ona (oruca) gücü yetenlerin...” ifadesi çoğunlukla “Ona (oruca) gücü yetmeyenlerin...” diye çevrilmiştir. Oysaki âyetin lafzî anlamının
çeviriye yansıtılıp ek notlarla durumun izah edilmesi daha tutarlı ve uygundur. Böylelikle aynı
lafızları içeren ve peş peşe gelen iki âyetin farklı zamanlarda indiği ve farklı şeylerden bahsettiği anlaşılmış, okuyucuya da doğru bilgi verilmiş olacaktır. Makalede yer alan otuza yakın
meâl örneğinde Mehmet Âkif ve Süleyman Tevfîk’e ait olan çevirilerle Hüseyin Kâzım’ın başkanlık ettiği heyet çevirisinin tefsir literatüründeki verilerle ve müfessirlerin genel kanaatiyle
tam bir uyum içinde olduğu görülmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Diyanet İşleri Başkanı olan Rifat Börekçi, Hüseyin Kâzım’ın şahsında âyetin bu şekilde yapılan çevirisini son
derece sert bir şekilde eleştirmiş; sonraları Elmalılı’nın yaptığı tercihle birlikte âdetâ rüzgârın
yönü değişmiş ve meâl yazarları onu aşamamıştır. Her ne kadar âyetin lafzına uygun çeviri
yapanlar olmuşsa da bu yazarların ilgili açıklamaları meselenin künhüne vâkıf olamadıklarını
ve bilinçli bir çeviri yapmadıklarını ortaya koymaktadır. Bu arada söz konusu âyet örneğinde
1458 | Yunus Emre Gördük. Tefsir-Meâl İlişkisi Üzerine Bir Analiz: Bakara Sûresi 184. ….
Cumhuriyet İlahiyat Dergisi – Cumhuriyet Theology Journal
yapılan analiz, detaylı tefsir bilgilerine müracaat edilmeksizin sağlıklı çevirilerin yapılamayacağını; dolayısıyla tefsir olmaksızın doğru bir meâlin de çoğu zaman mümkün olamayacağını
göstermektedir.